Yalnız yaşanmışlıkların birer hikâyesi vardır. İçimizdeki yalnızlıkların diline birer gem vuramayız ki..
*
İnsanlar ancak ve ancak özlemlerini indirdiğinde avunur. Yalnızlıkları dindirmek ise öyle kolay değildir.
*
Susuz yazlar bu yalnızlıklara biçilecek kaftan gibidir.
*
Sev kardeşim, sevmenin bir sınırı yoktur. Sen uzaklaştıkça koptukça yaşamın sevincinden dilindeki gönlündeki kuraklığı kendinden göreceksin.
*
Yalnızlık sadece yüce yaradana mahsus bir özgü olduğuna göre sen yalnızlığı hiçbir zaman özümseyemezsin.
*
Yazılan hikâyelere de bu başlık böyle atılmıştır.
Örneğin hikâyelere konu olmuş Robinson Cruıse bile adada yalnız başına ne kadar yaşabilmiştir ki bir Cuma yanına gelene kadar.
*
Burada öne çıkan ilk özlem Anadolu ile özdeştir. Anadolu insanı hayatı boyunca yalnızlığa alışmıştır. Göç olup uzak diyarlara akıp gidenler kendi topraklarında birer yabancı gibi yalnızlığın her türlüsüne muhatap kalmışlardır.
*
Toprak susuzdur, toprağa düşecek ilk sevgi cümlesi ise tohumda saklıdır. O tohumu sevgi ile şefkat ile toprağa ekenler susuz yazın yalnızlığını da kurumuşluğunu da alıp götüreceklerdir.
*
Bizim için önemli olan da budur. Adı paylaşabilmektir. İnsanlar paylaştıkça güzelleşir, insan olduğunu anımsar.
*
Bir bakalım öyleyse yağmur uzun süreden beri inat edip toprağa düşmüyordu. Çatlamış dudaklar gibiydi toprak, yazın kavurucu sıcağı ekin tarlalarına bir tokat gibi savruluyordu, yağmuru bekleyen sine ilk damlacığı hissettiğindeki mutluluğun tarifi inanılmaz dı…
*
Hayatımız boyunca yaşadıklarımız susuz yaz’a benzer. Gönülleri sulayan sevgi sözcükleridir. Bizim yaşadıklarımız bizim özlemlerimiz aslında çoktan kurudu. Artık birbirini sevmeyen birbirini hiç önemsemeyen yüzler, tıpkı insanların içerisinde belirlenmeye başlayan kuraklıklara benzer.